Adım 1: Ani Tarih Değişikliği
Sezonun büyük
toplarından Bayi Toplantısı’nın 10 Ocak’tan 21 Şubat’a taşınmasıyla Biz
Böyleyiz için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Oradan mümkün olduğu kadar uzağa
kaçmaya, kitle yaratabileceği, bu olmasa bile kendi kitlesini sarıp
sarmalayabileceği bir tarihe ihtiyacı vardı ve bunu uzakta aramak yerine
Bayi’nin eskisinde, yani 10 Ocak’ta bulmayı tercih etti. İyi de Bayi Toplantısı
o takvimden neden kaçmıştı? İşte bu temel soruyu sormayı unutunca Biz Böyleyiz,
derin bir çukurun içine düşmüş oldu.

Geçtiğimiz senelerin aksine Sömestr vizyonunun -nicelik olmasa bile- nitelik bazındaki düşüşü(-ki 10 yıl sonra ilk kez Sömestr takviminde hiçbir film 1M’u geçemedi), 10 Ocak filmleri için de –açılışı iyi geldiği takdirde- büyük bir avantaj sağlayacaktı. Önceki senelere nazaran iki ara tatilin daha olması bir miktar soru işareti bıraksa da vizyondaki boşluk, bu riski almak yönünde büyük bir cesaret aşılıyordu. Peki bu takvimin gereklilikleri? İşte Biz Böyleyiz için sıkıntıların başladığı yer.
Yıldızlarla dolu bir
kadronun yetmediğini Yok Artık!’da keşfetmişken PR sürecinde buna dikkat etmek
gerekiyordu. Uzun zamandır işlenmediği için seyircinin özlediğini düşündüğüm
dostluk temasını fragmanda hissettirmek en büyük artısıydı ancak geneli öğrenci
olan kemik kitle yerine arthouse kitlesine oynayınca sarılması güç bir yara
almış oldu. Bir ihtimal fısıltı gazetesi, bu yaraya merhem olabilirdi ancak Ocak vizyonunun 100k altı açan bir film için fısıltıya izin vermekten çok uzakta olduğunu unutmamak lazım. Nitelik
olarak seviye düşük olsa bile niceliğin fazlalığı ve sinemaların umut arayışı; bu tür işlerin de iki ya da üçüncü haftasonunda salon bulamamasını, dolayısıyla
da fısıltının önünün engellenmesine yol açıyor. Peki Biz Böyleyiz, fısıltıya
uygun bir film miydi? Kemik kitle açısından pek sanmıyorum. Bir türlü getiremediği finali ve –öyle olmamasına rağmen-
basit görünüşü, fısıltısının önüne büyük bir set çekiyor. Yaratmak istediği hava ve
oluşturmak istediği şablon, Fransız sineması için çok uygun olsa bile Türk gişe
sineması dinamiklerini ve kazancı yüksek örneklerini düşündüğümüzde, zoru kolay
gibi göstermek ne yazık ki işlemeyen bir taktik.
Peki hangi tarihte
girmeliydi? Ben Mart veya Ağustos sonu destekçilerindendim. İlki, uzun süre
vizyon şansı bulabileceği ve 3 ya da 4.haftasonunda ara tatili yakalayabileceği
bir tarihti. İki ile üçüncü haftasonunda tatili yakalamak arasında ince bir
çizgi var; birinde gelişmeye başlayan fısıltı süreci diğerinde gelişimini
tamamlamış oluyor. Bu noktada yine açılış için belli bir sınır önüne çıkacaktı
ancak planlı ilerlemekle aşılmayacak bir sorun olduğunu da zannetmiyorum.
Elbette bu yazıyı yazarken Mart, hatta Ağustos sonunu tercihlese bile virüsten dolayı vizyona giremeyeceğini biliyoruz ancak planlamada bu tür olağanüstü halleri hesaba katamayacağımız için normal akış şartlarında uygun olduğunu belirtmek lazım.
Adım 2: Fragman
Elbette bu yazıyı yazarken Mart, hatta Ağustos sonunu tercihlese bile virüsten dolayı vizyona giremeyeceğini biliyoruz ancak planlamada bu tür olağanüstü halleri hesaba katamayacağımız için normal akış şartlarında uygun olduğunu belirtmek lazım.
Adım 2: Fragman
Örneklerine sık
rastlamasak da dostluk filmlerinin kitleyi yakalaması için ‘yol’ ve ‘müzik’
detaylarını gözden kaçırmaması gerekiyor. Yakın zamanda bunu hakkıyla yapan
Kardeşim Benim örneği Sömestr(-ki en doğru tarihin bu olduğu ikinci filmde
ortaya çıktı) vizyonunda 2M gibi hatırı sayılır bir gişe elde etmişti. Elbette Biz Böyleyiz’den bu seviye gişe beklemek doğru olmazdı ancak fragman tasarımında en doğru örneğinin, Kardeşim Benim'in, izinden gitse 750-800k gibi bir gişe elde edebilirdi. Bu
elbette doğrudan bir seyircinin gelişi ile değil açılış/total bütünündeki
oran/orantı sayesinde olacaktı. Keza 2020 dünyasında 100k altı açan bir filmin
ne yazık ki belli bir seviyenin üstüne çıkması zor. Özellikle de Sömestr gibi
rekabetçi bir takvimde bu zorluk seviyesi çok daha artıyor. Önümüzde ev
sinemasında fısıltısı çok çalışmasına rağmen gişede 1M göremeyen Aykut Enişte örneği duruyorken açılışa verilmesi gereken önem de ortaya çıkıyor.

Eksiklerinin yanı sıra
fragmanın artı kısımlarını da görmezden gelmemek gerek. Replik sayfalarının bolca
paylaşıp reklamını yapabileceği bir repliğe sahip: ‘’Sen geçmişini unuttun diye
geçmişin silinmiyor!’’ Peki bunu replik sayfalarında görebildik mi? İşte bu
noktada da işin PR zayıflığı devreye giriyor. Filmin dinamiğini oluşturma potansiyelli
bu tür pasları gole çevirmediğiniz takdirde rakiplerinizin bir tık gerisinde
kalıyorsunuz. Bu tabi ki parayla reklam yaptırması, sponsorlu reklamlarla her
yerde repliği paylaştırması anlamına gelmiyor ancak genç kitlede tesir
uyandırabilecek bu tür sahneleri bir kez dahi olsa takip ettikleri
hesaplardan(MovieGraf, Wanna Movie vs.) paylaştırmak filmi rakiplerinin önüne
koyabilir. Bu her zaman işleyebilecek taktik değil ancak Baba Parası’nın
sevilmediği, Sıfır Bir’in sadece erkek kitlesine hitap ettiği ve –daha da
önemlisi- reklamını çok geç yaptığı, sonrasından gelecek dişli
filmin de olmadığı bir ortamda gençlik filmi için kazanç sağlayabilirdi. Fragmanın ikinci
artısı ise kapanışı coşkun bir müzikle yapabilmesi ve bunu dile dolayabilmesi.
Alametifarikası animasyonlar olmakla birlikte seyirci, hayat enerjisi taşıyan,
güzel hissettiren müziklerle birlikte salondan ayrılınca filmi de iyi
hatırlıyor. Bu sezonun beklenti üstüne çıkan iki filmi, 7.Koğuştaki
Mucize(Lingo Lingo) ve Eltillerin Savaşı’nın(Rustik) ortak noktalarından
birinin feel good müzikler olması tesadüf değil. Elbette özgün bir müzik
kullanmak çok daha verimli olur ancak 7.Koğuş, bunun şart olmadığını sektöre
gösterdi. Hem de bunu hüngür hüngür ağlatmayı hedefleyen ve seyircide karşılık
da bulan bir filmin yapabilmesi önemini daha da kuvvetlendiriyor. Videonun
yüklenmesinde geç kalınmasına, yani vizyondan dokuz gün sonra yüklenmesine ve
çok bilindik bir müzik olmasına rağmen klibin 5.7M izlenmesi de bunu kanıtlayan
bir başka veri. Peki Biz Böyleyiz nefis bir feel good müziği bulmuşken bu
taktiğin üstüne neden gitmedi? İşte buna cevap bulmak çok zor. Fragmandaki havayı arttırsa bile bu tür feel good şarkıların, film sahnelerinden oluşan bir kliple süslenmediği müddetçe yeterli tesiri uyandırması zor. Açılış nispeten düşük gelince Avşar Film hesabından sahnelerin yayınlanması geç olmadı, kriz yönetimi açısından bir nebze anlaşılabilecek de bir hamleydi ancak bunlar yerine Maalesef'e klip yaratmaya öncelik tanınsa getirisi daha yüksek olabilirdi. Hele ki elinin altında kareoke sahnesi varken bunu boş yere harcamak büyük hataydı. Keza Gökçe/Emre eksenindeki hikayeyi yalnızca filmi izleyen seyircinin bildiğini ve kareoke sahnesindeki(-ki filmde ivmenin en yükseldiği sahne) tepe noktasının da buradan geçtiğini unutmamak lazımdı. Gücünü hikayeden alan bir sahneyi hikayeyi anlatmadan(-ki bir dakikada bunu yapmak çok zor) yayınlamanın ne filme faydası var ne de seyirciye.
Adım 3: Hedef Kitleyi Bulamamak

Tüm bunların sonucunda
Biz Böyleyiz, altı hafta vizyonda kalıp 370.529 seyirciyle vizyona veda etti. Başlangıçta
355 salonda vizyona girmesine rağmen zincirler arası rekabet, ilginin düşmeye
başladığı anda salonların da düşmesine yol açtı. Yapımcısı olması dolayısıyla
Avşar Film’de boş olmasına rağmen aldığı büyük salonlar ve bunun karşılığında
diğer zincirlerde ufak salona hapsedilmesi, terazinin bir türlü dengeye
ulaşamamasına neden oldu. Bu terazinin, dengeye ulaşmadığı takdirde, kazanç getirmesi
de zor. Konum/kitle paralelliğini göz önüne alırsak hiçbir potansiyel vaat etmeyen sinemalarda sırf yapım şirketinden dolayı
büyük salonda oynarsa kıpırdanma ihtimali olan diğer zincirlerde de ufak salona
hapsolup önü kesilir. İki artı iki dört. Elbette bu veryansın edilecek son nokta.
Ondan önce yapım ve PR sürecindeki hatalar ve daha önemlisi hedef kitlesini
saptayamaması, kadronun 750-800k’lık potansiyel getirisinin önüne geçti. Son
zamanlarda yönetmenin Loş Sohbet, senaristin ise BantMag Sinema programları ile
arthouse kitlesini iyiden iyiye safına çektiğini düşünürsek çeşitli ilavelerle
bu barem 1M’a kadar çıkabilirdi. Bir dahaki filmlere kısmet.