31 Mart 2020 Salı

Neleri Yanlış Yaptı #2: Biz Böyleyiz

Dünya genelinde yayılan virüs nedeniyle sinemaların kapanması, dolayısıyla tüm filmlerin de gösterimini ertelemesi, vizyon sürecine geriye dönüp bakmak için iyi bir fırsat sunuyorken sezonun belki de en potansiyel altı kalan işlerinden Biz Böyleyiz’i yakından incelemekte fayda var. Tarihini günler kala kağıt üstünde kitlesi çok daha doygun olan 10 Ocak’a çekmekle başlayan ve 370k’lık totalle sonuçlanan, yer yer hak etmediği engebelerle karşılaştığı vizyon sürecinden ders alındığı müddetçe bu tür işler için iyi bir turnusol olabilir. Çok sevdiğim bir sözde dendiği gibi; ders almasını bildikten sonra başarı da başarısızlık da güzel şey.

Adım 1: Ani Tarih Değişikliği

Sezonun büyük toplarından Bayi Toplantısı’nın 10 Ocak’tan 21 Şubat’a taşınmasıyla Biz Böyleyiz için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Oradan mümkün olduğu kadar uzağa kaçmaya, kitle yaratabileceği, bu olmasa bile kendi kitlesini sarıp sarmalayabileceği bir tarihe ihtiyacı vardı ve bunu uzakta aramak yerine Bayi’nin eskisinde, yani 10 Ocak’ta bulmayı tercih etti. İyi de Bayi Toplantısı o takvimden neden kaçmıştı? İşte bu temel soruyu sormayı unutunca Biz Böyleyiz, derin bir çukurun içine düşmüş oldu.

Malum olaylardan dolayı akıllarda kalan soru işaretini cevaplandırmak yerine başrolü çok itici bir karakterle süsleyip uzun ama hiç de komik olmayan bir fragman sunarak Baba Parası, hiçbir rakibine fırsat vermeden, kendi bacağına sıkmıştı. Kaldı ki ArifV216 olmasına rağmen Deliha 2’nin ulaştığı başarı Ocak ikinci haftasonunun rekabetçi filmler için ne denli uygun olduğunu da gösteriyordu.
Geçtiğimiz senelerin aksine Sömestr vizyonunun -nicelik olmasa bile- nitelik bazındaki düşüşü(-ki 10  yıl sonra ilk kez Sömestr takviminde hiçbir film 1M’u geçemedi), 10 Ocak filmleri için de –açılışı iyi geldiği takdirde- büyük bir avantaj sağlayacaktı. Önceki senelere nazaran iki ara tatilin daha olması bir miktar soru işareti bıraksa da vizyondaki boşluk, bu riski almak yönünde büyük bir cesaret aşılıyordu. Peki bu takvimin gereklilikleri? İşte Biz Böyleyiz için sıkıntıların başladığı yer.

Yıldızlarla dolu bir kadronun yetmediğini Yok Artık!’da keşfetmişken PR sürecinde buna dikkat etmek gerekiyordu. Uzun zamandır işlenmediği için seyircinin özlediğini düşündüğüm dostluk temasını fragmanda hissettirmek en büyük artısıydı ancak geneli öğrenci olan kemik kitle yerine arthouse kitlesine oynayınca sarılması güç bir yara almış oldu. Bir ihtimal fısıltı gazetesi, bu yaraya merhem olabilirdi ancak Ocak vizyonunun 100k altı açan bir film için fısıltıya izin vermekten çok uzakta olduğunu unutmamak lazım. Nitelik olarak seviye düşük olsa bile niceliğin fazlalığı ve sinemaların umut arayışı; bu tür işlerin de iki ya da üçüncü haftasonunda salon bulamamasını, dolayısıyla da fısıltının önünün engellenmesine yol açıyor. Peki Biz Böyleyiz, fısıltıya uygun bir film miydi? Kemik kitle açısından pek sanmıyorum. Bir türlü getiremediği finali ve –öyle olmamasına rağmen- basit görünüşü, fısıltısının önüne büyük bir set çekiyor. Yaratmak istediği hava ve oluşturmak istediği şablon, Fransız sineması için çok uygun olsa bile Türk gişe sineması dinamiklerini ve kazancı yüksek örneklerini düşündüğümüzde, zoru kolay gibi göstermek ne yazık ki işlemeyen bir taktik.

Peki hangi tarihte girmeliydi? Ben Mart veya Ağustos sonu destekçilerindendim. İlki, uzun süre vizyon şansı bulabileceği ve 3 ya da 4.haftasonunda ara tatili yakalayabileceği bir tarihti. İki ile üçüncü haftasonunda tatili yakalamak arasında ince bir çizgi var; birinde gelişmeye başlayan fısıltı süreci diğerinde gelişimini tamamlamış oluyor. Bu noktada yine açılış için belli bir sınır önüne çıkacaktı ancak planlı ilerlemekle aşılmayacak bir sorun olduğunu da zannetmiyorum.
Elbette bu yazıyı yazarken Mart, hatta Ağustos sonunu tercihlese bile virüsten dolayı vizyona giremeyeceğini biliyoruz ancak planlamada bu tür olağanüstü halleri hesaba katamayacağımız için normal akış şartlarında uygun olduğunu belirtmek lazım.

Adım 2: Fragman

Örneklerine sık rastlamasak da dostluk filmlerinin kitleyi yakalaması için ‘yol’ ve ‘müzik’ detaylarını gözden kaçırmaması gerekiyor. Yakın zamanda bunu hakkıyla yapan Kardeşim Benim örneği Sömestr(-ki en doğru tarihin bu olduğu ikinci filmde ortaya çıktı) vizyonunda 2M gibi hatırı sayılır bir gişe elde etmişti. Elbette Biz Böyleyiz’den bu seviye gişe beklemek doğru olmazdı ancak fragman tasarımında en doğru örneğinin, Kardeşim Benim'in, izinden gitse 750-800k gibi bir gişe elde edebilirdi. Bu elbette doğrudan bir seyircinin gelişi ile değil açılış/total bütünündeki oran/orantı sayesinde olacaktı. Keza 2020 dünyasında 100k altı açan bir filmin ne yazık ki belli bir seviyenin üstüne çıkması zor. Özellikle de Sömestr gibi rekabetçi bir takvimde bu zorluk seviyesi çok daha artıyor. Önümüzde ev sinemasında fısıltısı çok çalışmasına rağmen gişede 1M göremeyen Aykut Enişte örneği duruyorken açılışa verilmesi gereken önem de ortaya çıkıyor.

Peki nasıl bir yol izlemeliydi? Burada devreye sahip olduğu Emrah avantajı giriyor. Dostluk filmi olduğu için yüz güldüren sahnelerin hikaye bütünlüğüyle oluştuğu, yani bir nevi durum komedisi yaratıldığı, bunu da fragmanla sunmanın kolay olmadığı ortada ancak Emrah karakteri bünyesinde spesifik sahneler barındırıyor. Umursamazlığı, şakalaşmaları ve Boran Kuzum gibi genç kitlenin sevdiği bir isimde hayat bulması, fragmanda bir adım öne çıkmasını gerektiriyor. Kaldı ki film yorumlarına baktığımız zaman filmi gişede zirveye taşıma potansiyeli olan genç kitlenin de filmde en sevdiği yön bu olmuş. Elbette fragmanda tüm o şakalaşmaları sunmak filmdeki sürprizleri engelleyebilir, büyüsünü zedeleyebilir ve pozitif yorumları nötre çevirebilirdi, bu noktada karakter tanıtımındaki kıvama da dikkat etmek gerekiyor. Kısacası tadımlık bir iki ekstra Emrah sahnesi fragmanın yayılma/beğenilme hızı için katalizör görevi görebilirdi, olmadı.

Eksiklerinin yanı sıra fragmanın artı kısımlarını da görmezden gelmemek gerek. Replik sayfalarının bolca paylaşıp reklamını yapabileceği bir repliğe sahip: ‘’Sen geçmişini unuttun diye geçmişin silinmiyor!’’ Peki bunu replik sayfalarında görebildik mi? İşte bu noktada da işin PR zayıflığı devreye giriyor. Filmin dinamiğini oluşturma potansiyelli bu tür pasları gole çevirmediğiniz takdirde rakiplerinizin bir tık gerisinde kalıyorsunuz. Bu tabi ki parayla reklam yaptırması, sponsorlu reklamlarla her yerde repliği paylaştırması anlamına gelmiyor ancak genç kitlede tesir uyandırabilecek bu tür sahneleri bir kez dahi olsa takip ettikleri hesaplardan(MovieGraf, Wanna Movie vs.) paylaştırmak filmi rakiplerinin önüne koyabilir. Bu her zaman işleyebilecek taktik değil ancak Baba Parası’nın sevilmediği, Sıfır Bir’in sadece erkek kitlesine hitap ettiği ve –daha da önemlisi- reklamını çok geç yaptığı, sonrasından gelecek dişli filmin de olmadığı bir ortamda gençlik filmi için kazanç sağlayabilirdi. Fragmanın ikinci artısı ise kapanışı coşkun bir müzikle yapabilmesi ve bunu dile dolayabilmesi. Alametifarikası animasyonlar olmakla birlikte seyirci, hayat enerjisi taşıyan, güzel hissettiren müziklerle birlikte salondan ayrılınca filmi de iyi hatırlıyor. Bu sezonun beklenti üstüne çıkan iki filmi, 7.Koğuştaki Mucize(Lingo Lingo) ve Eltillerin Savaşı’nın(Rustik) ortak noktalarından birinin feel good müzikler olması tesadüf değil. Elbette özgün bir müzik kullanmak çok daha verimli olur ancak 7.Koğuş, bunun şart olmadığını sektöre gösterdi. Hem de bunu hüngür hüngür ağlatmayı hedefleyen ve seyircide karşılık da bulan bir filmin yapabilmesi önemini daha da kuvvetlendiriyor. Videonun yüklenmesinde geç kalınmasına, yani vizyondan dokuz gün sonra yüklenmesine ve çok bilindik bir müzik olmasına rağmen klibin 5.7M izlenmesi de bunu kanıtlayan bir başka veri. Peki Biz Böyleyiz nefis bir feel good müziği bulmuşken bu taktiğin üstüne neden gitmedi? İşte buna cevap bulmak çok zor. Fragmandaki havayı arttırsa bile bu tür feel good şarkıların, film sahnelerinden oluşan bir kliple süslenmediği müddetçe yeterli tesiri uyandırması zor. Açılış nispeten düşük gelince Avşar Film hesabından sahnelerin yayınlanması geç olmadı, kriz yönetimi açısından bir nebze anlaşılabilecek de bir hamleydi ancak bunlar yerine Maalesef'e klip yaratmaya öncelik tanınsa getirisi daha yüksek olabilirdi. Hele ki elinin altında kareoke sahnesi varken bunu boş yere harcamak büyük hataydı. Keza Gökçe/Emre eksenindeki hikayeyi yalnızca filmi izleyen seyircinin bildiğini ve kareoke sahnesindeki(-ki filmde ivmenin en yükseldiği sahne) tepe noktasının da buradan geçtiğini unutmamak lazımdı. Gücünü hikayeden alan bir sahneyi hikayeyi anlatmadan(-ki bir dakikada bunu yapmak çok zor) yayınlamanın ne filme faydası var ne de seyirciye.

Adım 3: Hedef Kitleyi Bulamamak

İyi bir total, dolayısıyla da iyi bir açılış yapabilmek için planlı programlı ilerleyerek hedef kitleyi bulabilmek çok önemli. Her daldan meyve almayı hedefleyen, kendi kimliğini bulamamış filmlerin pirince giderken eldeki bulgurdan da olduğunu ve umut kırıcı bir sonuç getirdiğine çok kez tanık olduk. Bu noktada Biz Böyleyiz’in de spesifik bir kitle bulması gerekiyordu. Önceki tecrübeler bu tür işlerin yalnızca arthouse kitle güvencesiyle ayakta duramayacağını gösteriyordu ancak bu yeterli bir sınırlama değildi. Daha spesifik bir kitle bulması ise –kadronun iskeletine baktığımızda- zor değildi; gençlik. Elbette kadroda Kadın dizisiyle kemik TV kitlesine kendini sevdiren Özge Özpirinçci olması büyük bir artı ancak kadronun geneline yayılan sirayet ve daha mühimi canlandırdığı Efsun karakterinin muhafazakar seyirci beğenisiyle arasındaki zıtlığı düşünürsek buradan yürümek açılış için belki ama fısıltı için parlak bir fikir olmazdı. Peki kadroda Boran Kuzum, Berrak Tüzünataç, Engin Öztürk, Meriç Aral gibi isimlerin olması genç kitleyi çekmek için tek başına yeterli mi? Hiç sanmıyorum. Bunlar bir araya geldiğinde büyük artı katan unsurlar ancak tek başlarına bir kitleyi getirmekten uzak. Peki bunun çözümü nereden geçiyor? Onlara can alıcı noktalardan ulaşmakta. Bu ulaşım –daha önceki satırlarda değindiğim gibi- film hesapları vasıtasıyla repliklerle de yapılabilir üniversite kulüpleri vasıtasıyla söyleşilerle de. Her ikisinin de ortak noktası liman seyirci, yani fısıltıyı bekleyen kitleyi oluşturmak olur ancak diğer yerli işlere nazaran bu kitlenin sinemaya gitme sıklığında pozitif anlamda bir farklılık var. Dost meclisiyle yapılan etkinliklerin başında sinema geliyorken ve Joker, yani üç aydan beri o kitleyi çekebilecek film gelmemişken(-ki Joker de daha çok erkek arkadaş kitlesine hitap ediyordu, Biz Böyleyiz kızlı erkekli bir ortam için bir tık daha uygun) liman seyircisini açılış seyircisine dönüştürebilmek de zor değildi. Hedef kitlesinin Cinayet Süsü ile paralel olduğunu düşünürsek söyleşi konusunda onu takip etmesi, gerekiyordu. Çoğu üniversite kulübünün böyle bir ekibi okula getirmek isteyeceği ve daha da önemlisi öğrenci kitlesinin de yoğun ilgi göstereceği ortada. İşin içine gala, afiş gibi çekiliş ürünleri de katıp öğrencilerle kurulacak interaktif bağ, filmin adını daha da duyurmayı sağlayabilirdi. Ne yazık ki sponsorlu reklamlar, galadan görüntüler veya bütün televizyon/dijital programlara konuk olmak adını iyi anlamda duyurmuyor, aksine iticiliği arttırıyor. Ne yazık ki her şeyin fazlası zarar.


Tüm bunların sonucunda Biz Böyleyiz, altı hafta vizyonda kalıp 370.529 seyirciyle vizyona veda etti. Başlangıçta 355 salonda vizyona girmesine rağmen zincirler arası rekabet, ilginin düşmeye başladığı anda salonların da düşmesine yol açtı. Yapımcısı olması dolayısıyla Avşar Film’de boş olmasına rağmen aldığı büyük salonlar ve bunun karşılığında diğer zincirlerde ufak salona hapsedilmesi, terazinin bir türlü dengeye ulaşamamasına neden oldu. Bu terazinin, dengeye ulaşmadığı takdirde, kazanç getirmesi de zor. Konum/kitle paralelliğini göz önüne alırsak hiçbir potansiyel vaat etmeyen sinemalarda sırf yapım şirketinden dolayı büyük salonda oynarsa kıpırdanma ihtimali olan diğer zincirlerde de ufak salona hapsolup önü kesilir. İki artı iki dört. Elbette bu veryansın edilecek son nokta. Ondan önce yapım ve PR sürecindeki hatalar ve daha önemlisi hedef kitlesini saptayamaması, kadronun 750-800k’lık potansiyel getirisinin önüne geçti. Son zamanlarda yönetmenin Loş Sohbet, senaristin ise BantMag Sinema programları ile arthouse kitlesini iyiden iyiye safına çektiğini düşünürsek çeşitli ilavelerle bu barem 1M’a kadar çıkabilirdi. Bir dahaki filmlere kısmet.


25 Mart 2020 Çarşamba

Neleri Yanlış Yaptı #1: Aşk Tesadüfleri Sever 2

Geçtiğimiz sene yaşanan mısır krizinden dolayı iddialı işlerin sene başındaki tarihini sonlara almaları, yani 2019/2020 sezonuna katılmalarıyla birlikte sektörde dengelerin değişeceği ortadaydı. Bu değişimin etkilerinin ikinci döneme sirayet etmesi ve seyircinin yorulma ihtimali ise elbette en tedirgin edici detay. Bu ihtimale karşı önlem olarak kalabalık Ekim vizyonunu tercih edenden tatilleri tek umut kapısı olarak görene kadar onlarca filmle karşı karşıyayken Aşk Tesadüfleri Sever 2'nin, ilk filmin verdiği güvenin de katkısıyla, bu ateş hattına atlamaması gerektiği de belliydi. Keza 14 Şubat vizyonunun müsaitliği, bana kalırsa, böyle bir aşk filmine başka bir yol olmadığı mesajını veriyordu. Bu güne dair eldeki tek günlük son veri 2013'teki Romantik Komedi 2'ye aitken, Perşembe -ki ortalama olarak haftanın en az sinemaya gidilen günü- olmasına rağmen getirdiği 120.792 seyirci, bu fırsatın önemini daha görünür kılıyordu. Tüm bu verilere rağmen nedense 31 Ocak'ı tercihleyen ATS2'nin -ilk filmin yarattığı marka sayesinde- aldığı 625 salon dahi ilk üç günde 65k'dan ötesini getirmesine yetmeyecekti tabi.


Aynı sene içerisinde çıkan bir diğer fısıltı örneği İncir Reçeli, başrolü değiştirmeden çektiği ikinci filmde 1.3M gibi ciddi bir başarı elde etmişti. Aslında ikinci film de fısıltıyı çalıştırmış(%18'lik düşüş bunun kanıtı) ancak 3.haftasonu Unutursam Fısılda gibi saf gişe filmine denk gelince %53'lük ciddi düşüşle büyük yara alıp bir daha da ayağa kalkamamıştı. Peki totalde İncir Reçeli'nden 10 kata yakın daha iyi bir gişe yapan Aşk Tesadüfleri Sever cephesinde yolunda gitmeyen şeyler neydi? 

1.Hata: Tarih

Geçtiğimiz senelerde -Cebimdeki Yabancı, Hep Yek gibi örneklerle- Sömestr ertesi takvimin sadece tatildeki filmler için bir geçiş haftası olduğunu görmüştük. Bu durum PR'ını hakkıyla yapamamış işler için kemik kitlenin kısıtlı olduğu mesajını da taşıyordu. Bunun bilinciyle önceki senelerde yapımcıların -Fırıldak Ailesi, Kötü Kedi Şerafettin gibi- yetişkin kitleye yönelik animasyonlara öncelik tanıdığını gördük çünkü kemik kitlenin henüz var olmadığını ve bundan da önemlisi Sömestr filmlerinin etkisini bir/iki haftada yitirmediği gibi bir gerçek vardı. Geçtiğimiz seneki mısır kavgasından doğan ertelemeler ise bir istisna yaratmış ve 1000+ salon alabileceği bir ortam yaratılınca Organize İşler 2 oraya yerleşip 923k'lık bir açılış getirmişti.
Bu istisnanın her sene işlemeyeceği gerçeği bir yana çok başarılı bir PR dönemi geçiren Eltilerin Savaşı'nın varlığı ise ATS2 için en büyük travma oldu. Kendisini Sömestr ateşine atmayarak daha sakin bir vizyon deneyen ve bunda başarıya ulaşan Eltiler, şayet Ocak'ın 10 veya 17'sini denese ne bu salon sayısını ne de güçlü açılışı alabilirdi. Keza bu açılışı sadece PR çalışmalarının getirmediği, bu noktada kazandığı salon sayısının da önemli olduğu ortada. Elbette kemik kitlenin Sömestr'da daha yoğun olduğu bilinen bir gerçek, hatta yorumların negatif(%35'lik ikinci haftasonu düşüşü bunu kanıtlıyor) olmasına rağmen Baba Parası'nın -tek alternatif olması dolayısıyla- 3.haftasonu yalnızca %9.7 düşmesi bu gerçeği de ortaya çıkarıyor ancak potansiyeli 3.5-4M işler için burası önemli değil.
Rekabetten beslenmesi gereken bir yapıya bürünebilse ATS2 bu takvimden sağ çıkabilirdi ancak hem fragman hem de PR çalışmalarının soft bir takvime uygun olarak hazırlanması işleri arapsaçına döndürdü. İlk haftasonunda Eltiler ile benzer salon sayısıyla(620/782) vizyona girmesine rağmen Cuma günkü etkisiz performansıyla birlikte bu salonların çoğunu teslim etmek zorunda kalmıştı. Bunun sonucunda gelen 79k'lık açılış ise salonlarının %37'ısini(620->390) kaybetmesine ve 14 Şubat vizyonuna kilit salonlarda dönüşümlü halde girmesine yol açtı.

Takviminin sürekli vurguladığım bir diğer eksisi ise asıl besinini alacağı 14 Şubat'a(-ki ilk film 7 Şubat'ta vizyona girip 14 Şubat'ta %8 yükselerek vizyon sürecinin en yüksek sayısına ulaşmıştı) rakibi Eltiler fısıltıyı çalıştırmış halde girerken ATS2'nin -ne kadar iyi olursa olsun- o kitleyi açılışta bulamayacağı için kitlesini kaptırma ihtimalinin yüksekliğiydi. Hakeza öyle de oldu. Şayet 14'ünde girse yine 600 salon bulabilirdi ancak açılışta sinemaların beklentisinin altında kalan her film gibi salonlarını ve bu vesileyle de seyircisini dağıtmış oldu. Sinemaların dahi çalışmayacağını bildiği Ağır Romantik, Nasipse Olur, Masallardan Geriye Kalan gibi filmlere 700 salon ayrılması da bu hatasının sonucu olarak ortaya çıktı.

2.Hata: Fragman

İlk filmin fısıltıyı çalıştırdığını açılışının 8.8 kat total getirmesiyle kanıtlayabiliriz. Bunun yanı sıra asıl kitlesini ev sinemasında bulduğunu da eklemek yanlış olmaz. Peki ikincisini çekerken fragmana ilkinden en ufak bir iz dahi eklememek nasıl bir planlama örneği? Hele ki hitap ettiği ve gişedeki umudu olan kitle bir filmin kamera arkası değil önündeki isimlere bakıyorken. Bu da ne Ömer Faruk Sorak ne de Nuran Evren Şit isminin seyircide bir anlam ifade ettiğini gösteriyor. Araya zaman girmesi, seyircinin güvendiği seriyi özlemesi ve 2015'teki Delibal'dan beri türün kuvvetli örneğinin gelmemesi gibi onlarca olumlu etken bir araya gelmişken Mehmet Günsür ile anlaşmadan böyle bir devam filmi çekmek intiharların en büyüğü. Seyirci fragmanda bambaşka isimlerle örülü bir hikaye görünce haliyle tereddüt yaşayıp liman seyircisi haline dönüşüyor. Limana dönüş, seyircinin filmden tamamen kopması anlamına gelmiyor elbette, fısıltıyı bekleyen kervana katılıyorlar ama 2020 dünyasında  100k altı açan filmlerin -ne kadar sevilirse sevilsin- belli bir eşik değeri aşamadığı gibi bir gerçeğin olduğunu ve ATS2'nin aldığı tarihle burayı da sınırlandırdığını unutmamak lazım. 

Peki kadroyu tamamıyla değiştirmişken fragmanla işi kurtarmak mümkün değil mi? İşte bu noktada bazı tereddütlerim var. İşi belgesel kıvamına çevirmeden, ilk filme dair flashbacklerle burayı kurtarmak mümkün olabilirdi. Böylelikle seyirciye -oyuncularda olmasa bile- en azından hikayeye dair ilk filmi anımsatan mesajlar verilebilirdi. Tarih bu kadar dar alana sıkışmışken bu hamle tabi ki de ilk filminki gibi bir açılış getirmeye yetmez ancak en azından açılışta 150-160k görebilir, sinemaya gerekli referansları sağlayabilir ve 14 Şubat vizyonuna(-ki Cuma'ya denk gelmesi büyük avantaj, yaşanılan %6'lık seyirci yükselişi de bunun kanıtı) fısıltıyı az da olsa çalıştırmış halde girebilir ve 1M sınırına dair bir iddiası olabilirdi. Geçtiğimiz yıl Aykut Enişte gibi saf fısıltı örneği dahi düşük açılışının kurbanı olup milyon sınırını görememişken buradan ders alınmaması çok tuhaf. Bu hatalara rağmen -safi seri ismine güvenip- ayakta kalabilmek için -Öldür Beni Sevgilim örneğindeki gibi- açılışı ne kadar düşük gelirse gelsin uzun süre salon bulabilecek kadar boş bir vizyon takvimi gerekiyor -ki bunun için de Mart vizyonu elverişliydi aslında, o da nedense denenmedi.

3.Hata: Sosyal Medya / PR Süreci

Son birkaç yıldır -özellikle de youtuber filmlerinde- sosyal medyadaki takipçi sayılarının bir anlam ifade etmediğini görmüştük. Buna ek olarak Karakomik Filmler'le birlikte fenomenlere reklam yaptırmanın, onlara filmi övdürmenin de artı yazmadığı ortaya çıkmıştı. Buna karşın planlaması doğru yapılırsa da bulunmaz bir nimet konumunda. En yakın örnek olarak ise karşımızda Eltilerin Savaşı duruyor. Kağıt üstünde 'sınırlı kitle ulaşmak kolay' gibi görünse de onları bulundukları yerden çıkarmak ve bunu hile hurdaya sığınmadan organik bir şekilde yapmak başarının kilidini açıyor. Gösterişi seven bir kitleyi -sosyal medya vasıtasıyla- galanın, hatta afiş seçtirerek de vizyonun içine katmak bulunduğu platformdan maximum verimi almasını sağlıyor. Peki bunları yapmak ATS2 için iyi olur muydu? Buna da cevabım hayır, tıpkı Mahalleden Arkadaşlar'a olmayacağı gibi. Öncelikle her filmin kendine has PR stratejisi izlemesi, rakip filmlerle benzerlik taşıyabilse bile aynısı olmaktan kaçınması gerektiğini vurgulamak lazım. Keza Eltiler ile ATS2 kitlesi arasında ciddi bir farklılık var, en basitinden birisi ev hanımları, diğeri ise sevgili kitlesini çekmeye çalışıyor. Bunun bilinciyle Eltiler, açılışta kendi görevini yerine getirip nasıl olsa fısıltıyı çalıştırsa sevgili kitlesini kendi safına çekeceğini bilip sınırını koyarken AT2, her daldan meyve almaya çalışıyor ve sonuç ne yazık ki hüsran oluyor.
Peki ATS2 ne yapabilirdi? En basitinden Yol Arkadaşım'ın düğün sahnesinde yaptığı gibi kitle için cezbedici bir sahneyi çekip insta sayfalarında beyaz şerit eşliğinde dolaşıma sokabilirdi. Bu kesinlikle çok takipçili hesaplara reklam vermesi anlamına gelmesin, onları işin içine katması baştan ön yargı oluşturması demek, bu da hanesine eksi yazar. Hatta sahneyi ilk haftasonundan kendi kanalından yayınlamasına da lüzum yok, bu hamle çaresizlikten başka bir mesaj taşımıyor ancak beyaz şeritli videoların katkısı yadsınamaz.
Bunun yanı sıra her programa seçicilikten uzak bir biçimde konuk olunmasının da katkısı değil zararı var. Kendi kitlesini bulacağı İlişki Testi gibi formatları işin içine katmak varken EYS, Günaydın Haftasonu gibi TV işlerinin katkısı gözle görülemeyecek kadar az. 

4.Hata: Kriz Yönetimi

Açılışta belli bir sınırın altında kalmak fısıltıya büyük bir engel ama her şeyin sonu anlamına da gelmiyor. Bu noktada kriz yönetimini iyi yapabilmek önemli. Benzer bir durum Bayi Toplantısı'nın başına gelince komik sahne yayınlamayı tercih etti, bence sahne seçimi hatalı olsa bile genelin aksi bir düşünceyle adım atması prestij kaybını önledi. Keza diğer örnekler gibi aniden kampanyalı fiyata geçse seyirci sıkıntıyı anlayıp gözünde düşürebilirdi, elbette bu durumun sirayeti ikinci haftasonuna uğramazdı ancak devamı için bir sıkıntı mevzubahis olabilirdi.
Peki ATS2 cephesi kriz sürecinde ne yaptı? İki adımlık bir yol izledi. İlk adım olarak kampanyalarla ilerlemeyi denedi -ki içerik bazında potansiyelli fikirler olsalar bile sunuş tarzı kısırdı- ve Boyner'de 3.ürüne %50 indirim fikrini ortaya attı -sonradan bunu birkaç yerli film daha kullanacaktı. Bunun ardından 7 Şubat vizyonu için de kartpostal hediyesini düşündü, gelen seyirciyi ödüllendirmek belki işe yarayabilir, kartpostal da bunun için ideal bir materyal ancak sunumunu net yapamadı. Üçüncü olarak ise en iddialı hediyesini 14 Şubat'ta vaat etti ve bileti alan 2 şanslı kişiye oyuncu/yönetmenle yemek buluşması fırsatı sundu ancak hem bunu yeterince tanıtamadı(-ki instaya sponsorlu reklamlar ne yazık ki yeterli değil) hem de içini dolduramadı. Seyircinin aklındaki neye göre belirlenecek sorusunu cevaplandıramadı; keza ödülün duyurduğu postun altında bilet fotoğrafının nereye gönderileceği yazmıyordu, Mars dışındaki salonlarda üyeliğe pek dikkat de edilmiyorken gerçekten neye göre seçildi (mi?) halen merak konusu. 

Tüm bunların yanında sinemaya getirmeye ikna edebildiği seyircilerin büyük kısmının filmi sevdiği gerçeği var. Özellikle de -önceki satırlarda bahsettiğim gibi- uzun süredir türün kaliteli örneği gelmemişken bunu yapabilmesi büyük artıydı. Bu artının sonucunun 400k ile sınırlanmasında ise bu dört temel hatanın payı büyük.
İlkine nazaran %83'lük bir düşüş yaşaması bir yana ilki milyon sınırını geçmiş 16 devam filmi içinde ilk kez 500k'yı geçemeyen bir örnek görmemiz çok kötü oldu. Yeni örneklerde aynı hatanın tekrarlanmaması dileğiyle.